Lucavion'un nefesi düzeldi. Bir zamanlar, eserin görüntüsünün şokuyla titreyen elleri artık sakinleşmişti. Kararlıydı.
Demek buradaydın.
Kalenin görüntüsü zihnine kazınmıştı. Draven'ın bile keşfedemediği bir yer. Eser, sadece yerini ortaya çıkarmakla kalmamış, onu avıyla, kısa da olsa, birleştirmişti.
Lucavion bunu hissetmişti.
Sadece bir anlığına, en zayıf varlık atışı — kendisiyle Aldric Veltorin arasında bir bağ.
Ve ihtiyacı olan tek şey buydu.
Şimdi, buradaydı.
Hareket ederken ayaklarının altındaki şehir sokakları bulanıklaşıyordu, geçmişin yankısı göğsüne baskı yapıyor, onu ileriye doğru itiyordu. Vücudu gerginlikle doluydu, yıllardır kınından çıkmayı bekleyen bir bıçak gibi kıvrılmıştı.
Bu anı beklemişti.
Bu fırsatı.
Geçmişin hayaleti ile hesaplaşmak için.
Rüzgar ulurken, çatıdan çatıya atlıyordu, adımları ağırlıksız ve sessizdi. Varenthia'nın sokakları, labirent gibi birbirine karışmış dar yollar ve geçitlerle onun altında uzanıyordu. Ama onun odak noktası tekti.
Aldric harekete geçmişti.
Lucavion onu şimdi görebiliyordu, çatışmanın ağından zahmetsiz bir hızla süzülüyordu.
Savaş başlamıştı, ama Aldric savunma yapmıyordu. Draven'ın bile bulamadığı kalede saklanmıyordu.
Hayır...
Avlanıyordu.
Ve bu sorun değildi.
Çünkü Lucavion da avlanıyordu.
Derin bir nefes aldı, heyecanın derisinin altında kaynadığını hissetti. Av sona ermişti.
Ve öldürme başlamak üzereydi.
*****
ÇAT!
Silahları çarpıştığı anda Lucavion anladı ki Aldric onu çoktan hissetmişti.
Ama umursamadı.
Adamın yetenekli olması umurunda değildi. Daha yaşlı, daha hızlı, daha güçlü olması umurunda değildi.
Onu bir zamanlar kanlar içinde, karşılık veremeyecek halde bırakmış olan canavarın aynısı olması da umurunda değildi.
Çünkü bu sefer, kendi isteğiyle buradaydı.
Aldric geriye doğru kaydı, yüzündeki ifade okunamazdı. Mızrağını sıkıca tutuyordu, kontrolü elindeydi, ama duruşunda artık başka bir şey vardı:
İlgi.
Lucavion nefes almadan tekrar saldırdı, estok kılıcı gece havasını korkutucu bir hassasiyetle yararak ilerledi. Hızlı. Hassas. Acımasız.
Aldric zar zor savuşturdu. Aralarında kıvılcımlar çaktı, çeliğin çınlaması şehrin uzak kaosunu yırttı.
Lucavion, Aldric'in yüzündeki hafif değişikliği, o kızıl gözlerdeki merakın parıltısını gördü.
Beni tanımıyor.
Lucavion, estoc'unun kabzasını daha sıkı kavradı.
Aldric'in gözleri parladı — değerlendiriyor, hesaplıyordu — ama tanıyamıyordu.
Hatırlamıyordu.
Lucavion bir şeyin kırıldığını hissetti.
Hatırlamıyor mu?
Yüzüne bir yara izi kazımış olan piç kurusu. İkinci ailesini katletmiş olan adam — hiçbir şeyi yokken ona el uzatan tek insanlar.
Ve hatırlamıyor bile miydi?
Lucavion'un nefesi yavaş ve derindi. Kontrol altındaydı, ama zar zor.
Aldric'in duruşu sabit kaldı, kıpkırmızı gözleri onu sakin, okunamaz bir merakla izliyordu.
Sanki Lucavion sadece isimsiz bir rakipmiş gibi.
Sanki geçmişleri anlamsızmış gibi.
Sanki o hayatlar — çalınan hayatlar, onun varoluştan sildiği hayatlar — hiçbir şey değilmiş gibi.
Lucavion'un kanı kaynıyordu.
Parmakları seğirdi. Kasları gerildi, vücudundaki her sinir serbest kalmak için çığlık atıyordu.
Onu öldür.
Zihnindeki emir anlık ve filtrelenmemişti. Ham bir içgüdü, her şeyi yutan bir ateş.
Görüşü bulanıklaştı.
Geride kalan bendim.
Onları gömen bendim.
Sürünerek ilerlemek, kendimi yeniden bir araya getirmek zorunda kalan bendim.
Ve sen...
"Hatırlamıyor musun?"
Lucavion'un sesi havayı keskin ve alçak bir şekilde yırttı.
Aldric gözlerini kırptı. Bakışlarında bir şey parladı—hafif bir merak, parçaları tam olarak uymayan bir bulmacayı inceleyen bir adam gibi.
Lucavion nefes verdi.
Ve sonra...
Kan dökme arzusu yükseldi.
Barajın yıkılması gibi, etrafındaki hava ağırlaşmış, boğucu bir baskı ile dolmuştu.
Aldric'in ifadesi sonunda değişti.
Mızrağını tutuşu biraz daha sıkılaştı.
Lucavion bunu zar zor fark etti.
O çoktan harekete geçmişti.
—VUUUUUUUUUUUUUUUUUUUUUUUUUUUUUUUUUUUU
Estok'u korkunç bir hızla vurdu, çelik bir bulanıklık Aldric'in boğazına nişan aldı. Saldırı kesin değildi. Temiz değildi.
Sadece öldürme niyetiydi.
Aldric engelledi.
—CLANK!
Aldric'in mızrağının gücü, Lucavion'un koluna sarsıcı bir darbe indirdi. Estoc'un bıçağı basınç altında titredi, Aldric'in saldırısının ardındaki ham güç onu geri çekilmeye zorlarken çelik çeliğe sürtündü. Rüzgar aralarında uğuldadı ve Lucavion tepki verecek zamanı zar zor buldu...
—WHOOSH!
Aldric mızrağını çevirdi, kilitlenmiş silahlarının kuvvetini kullanarak vücudunu döndürdü, ileri atılırken etrafındaki hava bozuldu. Lucavion'un içgüdüleri harekete geçti — eğildi, mızrağın ucu kulağının yanından ıslık çalarak geçti, bir saniye önce boğazının olduğu yerde boşluğu keserek geçti.
Hızlı. Çok hızlı.
Aldric durmadı. Ayak hareketleri kusursuz, hareketleri pürüzsüzdü. Lucavion kaçtığı anda, mızrak bir engerek gibi aşağı doğru savruldu ve açıkta kalan kaburgalarına nişan aldı. Lucavion zar zor savuşturmayı başardı, ama darbe kemiklerini sarsarak onu tekrar geriye doğru itti.
—GÜM!
Sırtı çatıdaki taş korkuluğa çarptı. Her vuruşunda, her hareketinde rüzgârla olan uyumu belliydi. Aldric sadece güçlü değildi. Ağırlıksız, hızlı ve dokunulmazdı. Mızrağı tekrar vurdu ve Lucavion yana yuvarlanmak zorunda kaldı, saldırının gücü arkasındaki taşı ikiye ayırdı.
'Tch.'
"Sen..."
Lucavion'un sesi gergin, elindeki bıçak kadar keskindi. Ama Aldric... o piç kurusu...
Gülümsüyordu.
Hayır
Gülüyordu.
"O gözler..."
Aldric'in kıpkırmızı bakışları, Lucavion'unkilere ürkütücü bir sükunetle kilitlendi. Savaş başladığından beri ilk kez, ifadesinde bir değişiklik oldu — gerginlik ya da hesaplama değil...
ama tanıma ile.
Lucavion'un nefesi kesildi.
Yüzündeki yara izi. Siyah, boş gözleri.
Anlamaya başlamıştı.
Aldric yavaşça nefes verdi, dudakları kıvrıldı. Bir nefes... sonra,
"Ahahahahahaha!"
Ses, gece havasını bir bıçak gibi kesti.
Aldric başını geriye eğdiğinde Lucavion estoc'unu daha sıkı kavradı ve kahkahası Varenthia'nın boş sokaklarında yankılandı.
Gerçek bir kahkaha. Derin, dolgun.
Sanki bu komikmiş gibi.
Sanki bu komikmiş gibi.
Sanki bu, Lucavion'un hayatının en önemli anı değilmiş gibi...
Sanki yıllarca süren acıların, zorlu mücadelelerin, bu şansı elde etmek için vücudu parçalanana kadar antrenman yapmanın doruk noktası değilmiş gibi.
Aldric'in kahkahası yavaşladı, sırıtışı genişledi ve sonunda Lucavion'a baktı. Gözleri okunamayan bir şeyle parlıyordu — heyecan mı? Eğlence mi?
Alaycılık.
"Kim tahmin edebilirdi ki?"
Lucavion'un kanı kaynadı. Kasları gerildi, o kadar sıkı büküldü ki kopacakmış gibi hissetti.
Aldric bir adım öne çıktı, mızrağını hafifçe elinde tutuyordu. Sırıtışı kaybolmadı, sesi neşeyle doluydu.
"Sen savaş alanındaki o çocuksun."
Aldric'in sesinde neredeyse keyifli bir eğlence vardı, Lucavion'u uzun zamandır görmediği bir merakla incelerken sırıtışı genişledi.
Lucavion kıpırdamadı.
Gözlerini kırpmadı.
Nefes almadı.
Sözler, paslı bir bıçak gibi zihninde kazındı.
O çocuk.
O çocuk.
Sanki o hiç yokmuş gibi.
Sanki ölenler — Garret, Mateo, Felix, Elias, Clara — hiçbir şey olmamış gibi.
Sanki Aldric onların cesetlerinin üzerinden geçip onları unutmuş gibi.
Aldric burnundan nefes vererek, elindeki mızrağı hareket ettirdi. "Hah. Hatırlamadığım için neredeyse kendimi kötü hissediyorum." Kızıl gözleri, kötü bir şeyle parıldıyordu.
Aldric, sanki o anın tadını çıkarıyormuş gibi, alçak ve derin bir kahkaha attı. Kızıl gözleri karanlık bir şeyle parıldıyordu — belki de tatmin. Ya da belki sadece acımasız bir eğlence.
Sonra dudakları açıldı ve yıllar önce Lucavion'un hafızasına kazınmış olan sözler ağzından döküldü.
"Yara izli gözlü çocuk."
Lucavion'un nefesi kesildi.
Aldric, düşünüyormuş gibi başını hafifçe eğdi, sonra devam etti.
"Adın ne?"
Lucavion, kılıcını daha sıkı kavradı. Bakışları soğuktu. Sessizdi.
Ama Aldric'in onun cevap vermesine ihtiyacı yoktu.
Çünkü zaten biliyordu.
"Lucavion."
Yavaşça sırıttı.
"Adını hatırlıyorum."
Lucavion'un midesi burkuldu. Bir sıcaklık dalgası derisinin altına yayıldı, damarlarında bir yangın gibi yayıldı.
O gün savaş alanında, Aldric onun adını biliyordu. Gözlerinin içine bakmıştı.
Ve yine de, şimdiye kadar bunun bir önemi olmamıştı.
"Gerçekten güçlenmişsin."
Lucavion hiçbir şey söylemedi.
Aldric'in gülümsemesi genişledi.
"İntikam almaya mı geldin?"
Soru havada asılı kaldı, aralarında ağır bir sessizlik oluştu.
Lucavion yavaşça ve ölçülü bir şekilde nefes verdi, parmakları silahını hafifçe sıktı.
Aldric kıkırdadı.
"Öyleyse, gel." Gözleri parladı, sesinde beklenti vardı. "Kanımın kaynamasının üzerinden epey zaman geçti."
Sonra...
Sağ elini kaldırdı.
Parmakları, bileğini saran simsiyah bileziğe dokundu.
Ve bir saniye sonra...
Karanlık patladı.
Zırh onu yuttu.
Kusursuz ve hareketli siyah plakalar bir anda vücudunu sardı. Etrafındaki hava yoğunlaştı, varlığının ağırlığı boğucu hale geldi.
Lucavion'un kalp atışları sabit kaldı.
Tereddüt yoktu. Korku yoktu.
Aldric'in orada, gece yarısı çeliği giymiş, kaskının altında kan kırmızısı gözleri parıldayan hali...
Onu sarsmadı.
Sadece zaten bildiği şeyi doğruladı.
Bu sefer...
O, kaybeden çocuk değildi.
Bu sefer...
Aldric Veltorin'i öldürecekti.
Bölüm 583 : Kimsin sen? (2)
Sorun Bildir
Karşılaştığınız sorunu detaylı bir şekilde açıklayın:
comment Yorumlar