Bölüm 837 : Çelik gibi sözler (4)

event 2 Eylül 2025
visibility 9 okuma
"Bana ne kadar acı çektirdiğinin farkında mısın?" Bağırmadı. Söylemedi. Ama her vuruşun arkasında, her nefesinde bu sözler yankılanıyordu. Zaten çürümeye başlamış bir amaç uğruna kanını dökmüştü. Onun ait olduğunu kabul etmektense ölmesine izin verecek insanların yanında savaşmıştı. Kırık kaburgaları, incinmiş gururu ve hiç durmadan salladığı kılıcıyla, bulunduğu konumun her santimini hak etmişti. Ve ona bu şekilde hareket etmeyi öğreten kişi, onu terk etti. "Yaptıklarının sonucu olarak neler olduğunu hiç düşündün mü?" Şimdi onun etrafında dönüyordu, kılıcı sabit, ayakları emin adımlarla. Tereddüt etmedi, ona güvendiği için değil. Ama insanların geri dönmesini beklemeyi bırakmıştı. Lucavion, onun hareketlerini okuyarak döndü. Duruşu temiz, yakın ve savunmacıydı. Saldırmıyordu. Onu inceliyordu. Hâlâ onu bir öğrenci gibi görüyordu. Hâlâ öğrenmesini izliyordu. Ve bu, kadının göğsünde bir şeyleri kırdı. Eski bir acı. O eski ateş. Onun neye dönüştüğünü hiç görmedi. Jesse'nin çenesi kilitlendi. "Artık beni tanımıyorsun." Jesse'nin nefesi ciğerlerinden çıkarken yakıcıydı — sabit, keskin, dile getiremediği bir öfkeyle doluydu. Ama ritmi bıçağına uyuyordu. Vücuduna uyuyordu. Terk edilmesinden sonra kurduğu hayata uyuyordu. "Ve bu senin hatan." O bir öğrenci değildi. Onun derslerinin arkasında sessizce takip eden bir gölge değildi. O, onun hiç görmediği yerlerde şekillenen bir hayatta kalan kişiydi. Ve burada, bir zamanlar ona kılıcını dinlemeyi öğreten adamın önünde dururken, onun artık onun kılıcını duymadığını fark etti. Çünkü kılıcı değişmişti. O değişmişti. Onun bunu görmesini istiyordu. Sözlerle değil. Acıyla. Jesse dişlerinin arasından nefes verdi ve bıçağını bir an için durdurdu — tekrar hissedebilecek kadar uzun bir süre. Duruşu çöktü. Bir ayağı arkasında sabitlendi, ağırlığı geri çekilecekmiş gibi eğildi — ama tam olarak değil. Lucavion'un gözleri kısıldı. Değişimi gördü. Her zaman bu değişimi görürdü. Ama bu sefer, yanlış yorumladı. Jesse de öyle olmasını istiyordu. "Yine etrafında dolaştığımı düşünüyorsun. Senin oyununu oynadığımı düşünüyorsun." O istemiyordu. Bu onun oyunu değildi. Bu onun oyunuydu. Onun kanıyla kurduğu oyun. Kılıcını alçaktan, tersine tutarak ağırlık merkezini indirdi. Omuzu öne doğru kaydı ve sol tarafını hafifçe açığa çıkardı. Fazla. Çok açık. Lucavion'un gözleri bir kez kırpıştı. İşte. Hareket etti. Estoc, keskin, minimal, omzunun açıkta kalan eklemine doğru, mükemmel bir diyagonal hareketle ileri doğru keskin bir hamle yaptı. Ama Jesse kaçmadı. Kaçmadı. Engellemedi. Bunun olmasına izin verdi. Bıçak kolunu kesti— —SHHK!— Ağrı sinirlerinde sıcak ve beyaz bir şekilde alevlendi, ama tutuşu hiç sarsılmadı. Vücudu darbeye doğru döndü. Ve sonra harekete geçti. Alçak duruşundan, bıçağı acımasız bir yukarı doğru yay çizerek, yaralı kolunun dönüşünden güç aldı — bu hareketi, dünya onu çoktan silmişken, soğuk, karanlık tarlalarda tek başına çalışarak öğrenmişti. Sesi yükselmedi. Ama kafasında... Fısıldadı. "Ölümcül Karşı Çıkma." Varsayımları cezalandırmak için tasarlanmış bir form. Rakibin dövüşün bittiğine inandığı an. Okuldan veya yapıdan değil, zorunluluktan doğan bir karşı saldırı. Zayıf olmaktan. Kullanılıp atılabilir olmaktan. Kılıç yukarı doğru çığlık attı— —CLAAAANG!— Lucavion zar zor yakaladı. Estok'u, onun yukarı doğru kesiminin tüm gücünü yakalamak için tam zamanında eğildi, ancak bu hareket duruşunu sarsmıştı. Çatışmanın sesi avluda yankılandı. Ve gözleri... Genişleşti. Acıdan değil. Bu formun sürprizinden de değildi. Ama bunun gerçekliğinden. Jesse durmadı. Kilidi bastırdı, öne eğildi, kolunda hala sıcak kan akıyordu. Ve onun gözlerine baktı. Eğitim çadırlarında ve gece nöbetlerinde tanıdığı o kapkara irisler şimdi bir ateş barındırıyordu — o zamanlar onda olmayan, derin bir varlık hissi. Ama onun gözleri de öyle. Peki şimdi? Gülümsemesi yok olmuştu. Lucavion'un sırıtışı... O lanet sırıtış, nefes gibi tanıdığı sırıtış... Kaybolmuştu. Acı tarafından silinmemişti. Sürpriz tarafından da değil. Daha soğuk bir şey tarafından silinmişti. Daha eski bir şey. Estok hala kilitte sıkıca duruyordu, çelik onun çeliğine bastırıyordu, ama artık bir sınav gibi gelmiyordu. Artık bir ustanın çırağının büyümesini izlerken yaptığı dikkatli değerlendirme gibi değildi. Bir kabul gibi hissediliyordu. Ve daha fazlası... Jesse onu görmeden önce hissetti. Gerginlikteki o ince değişiklik. Çenesinin hafifçe eğilmesi. Nefesi, artık daha yavaştı — sakin değil, ama ölçülü. Kontrol altında. Basınç altında söndürülen, büyüyen bir alev gibi. Ve sonra dudaklarını gördü... Eğlenceyle çekilmemişti. Şoktan açılmamış. Ama kıvrılmıştı. Sadece hafifçe. Gülümseme şeklinde değil. Daha ince bir şeye. Daha kasıtlı. Bir kenar. "O bakış..." Kalbi hızlandı, göğsü sıkıştı — korkudan değil, hatıralardan. O ifadeyi bir kez görmüştü. Sadece bir kez. Muirwood Sınırı'nın kuzeyinde bir çatışma sırasında. O kaçmadan önce. Ortadan kaybolmadan önce. İkisi de hala askerken. Bir keşif birimi vardı — Arcanis'in seçkinleri. Yanlış yönlendirme, hız ve öldürme etkinliği konusunda eğitilmiş suikastçılar. Kimse alarmı çalmadan önce devriyenin yarısını katletmişlerdi. Lucavion kampı kurtarmak için çok geç gelmişti. Ama tepki vermek için geç kalmamıştı. Jesse, onun sessizce, ilk başta silahsız olarak açıklığa doğru yürüdüğünü izlemişti. Ve sonra... Dudakları kıvrıldı. Aynen böyle. O zamanlar... Aynı ifadeyle cesetlere bakmıştı. Zalimce değil. Soğuk da değil. Sadece... kopuk. Yoldaşlarının ölümünü izleyen birine ait olmayan, ama sahaya adım atmadan önce zaten yas tutmuş birine ait olan türden bir dinginlik. Jesse, Muirwood açıklığının üzerinde dumanın asılı kaldığını, parçalanmış ağaçların arasında kıvrıldığını hatırladı. Takım arkadaşlarının cesetleri kırık kuklalar gibi yere yayılmıştı — boğazları kesilmiş, göğüsleri çökmüş, üniformaları tanınmayacak kadar kanla kaplıydı. Birkaç tanesi hala hayattaydı. İnliyorlardı. Sürünüyorlardı. Yardım etmek için bir adım attı, ama durdu. Çünkü Lucavion kıpırdamıyordu. Katliamın kenarında hareketsizce duruyordu, yanan çadırların titrek kalıntıları onun gölgesini uzun uzun uzatıyordu. Gözleri yaralıların üzerinden geçmişti. Tek tek. Onları görmezden gelmek için değil. Onları görmek için. Her yarayı. Her nefesi. Her kaybı. Ve sonra... Dudakları kıvrıldı. Tıpkı şu anda olduğu gibi. Sırıtış değil. Öfke yok. İzin. İçindeki bir şeyin değişmesi için izin. Ve değiştiğinde, harekete geçti. Hızlı. Sessizce. Ölümcül. Arcanis keşifçileri ağaç sınırına bile ulaşamamıştı. O zamanlar Jesse, olanları şaşkınlıkla izlemişti. O zamanlar, o ifadenin ardındaki anlamı anlamamıştı. Ama şimdi... Şimdi hissediyordu. Aynı ağırlığı. Aynı değişimi. Aynı Lucavion. —CLAAANK!— Ani çarpışma Jesse'yi tekrar şimdiki zamana geri getirdi. Lucavion'un estok kılıcı, onun kılıcıyla çarpıştı — hasar vermek için değil. Kan dökmek için değil. Mesafe için. Onu geri itti, çelik ve sessizliğin net bir ayrılığı. Jesse hafifçe bir kez sendeledi ve tekrar hazırlandı. Ama o takip etmedi. Lucavion ilerlemedi. Duruşuna geçmedi. Sadece... orada durdu. Kılıcı hala aşağıdaydı. Hareketsizdi. Onu izliyordu. Ve sonra... gözleri düştü. Kızın koluna. Hâlâ kanla kaplı yaraya. Ve bir an için... Sadece bir nefes kadar... Jesse, o kapkara gözlerin arkasında bir duygu gördü. Kaşlarının arasında bir kırışıklık. Boğazında bir gerginlik, sanki bir kelime neredeyse kaçacakmış gibi ve havaya ulaşamadan geri çekilmiş gibi. "...." Hiçbir şey söylemedi. Ama o hissetti. O bakışı. O sessiz acı. Onun çektiği acı için değil. Ama onun neden olduğu acı için. Peki Jesse? Jesse kılıcını indirmedi. Kendini yumuşatmadı. Çünkü yara sadece bu düellodan kaynaklanmıyordu. O, onun ayrılmasından sonraki her anın yarasıydı. Karanlıkta tek başına durduğu, arkasında onun gölgesinden başka kimse olmadığı her an. Ve onun bunu görmesi gerekiyordu. Hissetmesi gerekiyordu. Bu yüzden kadının eli sıkı sıkıya tuttu, gözleri onun gözlerine kilitlendi. Bırakın baksın. Hatırlamasına izin verdi. Anlamasına izin verdi. Çünkü bundan sonra ne olursa olsun... Nazik olmayacaktı.

comment Yorumlar

Bölümler

Sorun Bildir

Karşılaştığınız sorunu detaylı bir şekilde açıklayın: