Bölüm 847 : Üç kılıç ustası mı?

event 2 Eylül 2025
visibility 9 okuma
Lucavion hemen cevap vermedi. Gözünü kırpmadı. Titremedi. Sadece Varen'i izledi. Şaşkınlıkla değil. Eğlenerek de değil. Sadece, birinin gerçekten önemli bir şey söylediği nadir anlarda gösterdiği o sakin, keskin dikkatle. Üstlerindeki avize ışığı Lucavion'un gözlerinde yakalandı, kırıldı — soğuk gümüş, közle örülmüş. Ve Varen... Yine gördü. O parlamayı. O anı. Düelloda zamanın bükülmediği, ama boyun eğdiği an. Rowen'ın [Veilpiercer Spiral]'ı - mükemmel bir dizi, çerçeveye sıkı bir momentum ve ölümcül bir hassasiyetle oluşturulmuş bir vuruş - Lucavion'u parçalamalıydı. Ama parçalamamıştı. Lucavion onu engellemişti. Yanlış ayak hareketiyle. Yanlış açılı bir savuşturma ile. Varen'in on beş yıl boyunca öğrendiği tüm temel kurallara aykırı bir pozisyonla. Ve işe yaramıştı. İşe yaramamalıydı. Olmamalıydı. O harekette temel olarak farklı bir şey vardı. Mana değildi. Teknik de değildi. Zamanlama da değildi. Sanki... "Kılıç olması gerektiği gibi hareket etmedi. Onun istediği gibi hareket etti." Niyetin ötesinde bir şeydi. İçgüdünün ötesinde. Rastlantı değildi. Şans değildi. Emir. Ama yazılabilecek türden değil. Ya da şemalaştırılabilecek türden. Ya da bir mezhepte öğretilebilecek türden. Varen'in sesi, tekrar geldiğinde, daha sessizdi. "Bunu taklit etmeye çalıştım," dedi. "Kare kare. Nefes nefes. Ayaklarımın pozisyonunu senin yaptığın gibi ayarladım. Kalçalarımı gevşettim, torku bozdum. Başarısız olana kadar pratik yaptım." Gözleri karardı, ama hayal kırıklığından değil. Odaklanmaktan. "Ve her seferinde kılıç kayıyor. Duruş bozuluyor. Merkez kırılıyor." Lucavion'a baktı. Onun içine. "Ama seninki bozulmadı." Varen bir cevap beklemiyordu. Gerçekten de. Lucavion savaş alanında cevap vermemişse, kalabalığın gürültüsü ve kan ve çeliğin acısı altında bunu açıklamamışsa, neden burada, avizelerin ve dedikodu yapan soyluların altında açıklasın ki? "Yine de," diye düşündü Varen, eli beline yakın bir yerde sıkışarak, "Onun fark ettiğimi bilmesini istedim. Ritimdeki çatlağı gördüğümü. Vuruşun altındaki ağırlığı." Ve belki de... Belki Lucavion bunu önemsemezdi. Ya da belki... Belki konuşurdu. Çünkü Lucavion... Öngörülemezdi. Esnerken omzunun üzerinden bir sırrı fırlatabilecek ya da bir ejderhanın altınlarını koruduğu gibi koruyabilecek türden bir adamdı. Ve sonra... Lucavion sırıttı. Geniş bir sırıtış değildi. Sadece Varen'in çok iyi bildiği o yavaş, saygısız eğri. "Neden kartlarımı açığa çıkarayım ki?" dedi Lucavion, sesi neredeyse alaycıydı, ama içinde hafifçe keskin bir ton vardı. Sanki Varen'in vereceği cevabı gerçekten merak ediyormuş gibi. Varen gözünü kırpmadı. Alay etmedi. Sadece omuz silkti, gevşek ve sessizce. "Sebebi yok," diye cevapladı. "Sadece sormak istedim." Bir duraklama oldu. Lucavion mırıldandı. Düşünceli bir ses. Alçak. Uzun. Ve sonra... Hareket etti. Tam bir adım değil. Bir salıncak bile değil. Sadece elini. Parmaklarını hareket ettirdi, gözlerinden saçlarını çekip atar gibi, sıradan bir hareketle. Ancak... Varen bunu hissetti. Mana değil. Basınç da değil. Tehdit. Saf ve ani. Aralarındaki boşlukta bir dalgalanma. Zihin nedenini anlamadan önce bedeni irkilten türden görünmez bir gerilim. Öldürme niyeti yoktu. Aura parlaması yoktu. Ama oradaydı. Yıldırım düşmeden önceki saniye gibi, kollarındaki tüylerin diken diken olduğu an gibi... Varen'in nefesi kesildi. Omuzları yeniden düzeldi — zar zor. İçgüdü. Tepki. Eğitimli tepki. Ne...? Lucavion'un sırıtışı daha da derinleşti. Ve sadece şöyle dedi: "Bunun gibi bir şey." Varen ona baktı. Balo salonu hâlâ uğultulu idi. Soylular hâlâ gülüyorlardı. Dansçılar hâlâ yumuşak kadife ve cazibe katmanları içinde dönüyorlardı. Ama burada... Tam burada... Hareketsiz bir kılıç vardı. Çelik olmadan yapılan bir vuruş. Bir nefeslik bir süre için fiziksel hale gelen bir felsefe. Varen'in dudakları aralandı. Dudakları açıldı... Ama hiçbir kelime çıkmadı. Çünkü az önce hissettiği şey için kelime yoktu. Henüz yoktu. O his hala kemiklerinde yankılanıyordu. Acı değildi. Hayranlık da değildi. Sadece bir farkındalıktı. Cevaplar değil, sadece sorularla ifade edilen bir farkındalık. Varen'in gözleri Lucavion'un eline kilitli kalmıştı, sanki onu yeterince uzun süre izlerse sinirlerindeki gerginliği çözebileceğini düşünüyormuş gibi. Ama çözmedi. Çünkü Lucavion'un yaptığı şey bir hareket değildi. Bir iz bırakmıştı. Önemli olmaması gereken bir an. Bir seğirme, bir titreme. Ama önemliydi. Tanrılar, önemliydi. Varen'in zihninde, yarı unutulmuş bir rüyadan kalma bir teknik parçası gibi yerleşti. "O neydi...?" Bu duruşla ilgili değildi. Hızla da ilgili değildi. Kuvvetle de ilgili değildi. Gördü... Ama yine de göremiyordu. Sanki kulpsuz bir kapının önünde durmak gibi, arkasında bir şey olduğunu bilmek, açılması gerektiğini bilmek... ama önce hangi kısmını açman gerektiğini bilmemek gibi. 'Formumu geliştirirsem... Hayır, form değil. "Kılıçla daha derin bir uyum sağlarsam... Hayır, o da değil." Bu, mükemmelleştirme değildi. Başka bir şeydi... Ham bir şey. Anlaşılması zor. Gizli değil, sadece henüz ona ait değil. Ve bu titrek belirsizlik içinde, Varen, kesinliğinin kenarında tanıdık olmayan bir şeyin tırmaladığını hissetti. Kıskançlık değildi. Şüphe de değildi. Açlık. Ve sonra... Sıcak camda çiçek açan don gibi... Bir varlık yanlarına kaydı. Taş gibi soğuk. Kontrollü. Hesaplı. Varen onu görmeden önce hissetti. Masalarının yanındaki alan daraldı, gergin bir iplik gibi gerildi. Lucavion'un gözleri vücudundan önce hareket etti. Ve işte oradaydı. Rowen Drayke. Onca insan arasından. Varen'in yaklaşmasını hiç beklemediği tek kişi. Ve yine de... Bir adım ötede duruyordu, kolları yanlarında, sırtı dik, yüzü okunaksız. Öfkeyle gergin değildi. Egosuyla parlamıyordu. Sadece hareketsiz. **** Rowen hemen konuşmadı. Kendini tanıtmadı. Sadece orada durdu, bedeninde ve hareketsizliğinde bir kılıç gibi, varlığının ağırlığıyla ilk hamleyi yaptı. Gözleri ikisi arasında gidip gelmedi, üzerinde durdu. Odaklanmış. Keskinleşmiş. Varen'e. Sonra Lucavion'a. Ve tekrar geriye. Demek buymuş. O, bu değişimi izlemişti. Başından beri değil, ama yeterince yakından. Değişimi hissedebilecek kadar yakından. Gerginlik olmayan gerginlik. İki kılıç ustasının, ikisinin de adlandıramadığı bir gerçeğin çok yakınında dururken fark edebileceği türden bir akım. Varen'in Lucavion'a yaklaşmasını beklemiyordu. Ama şimdi? Bu mantıklıydı. Varen birçok şeydi: bir mezhep varisi, Gümüş Alev'in sembolü, kar ve ateş altında bilenmiş yaşayan bir silah. Ama her şeyden önce... O bir takipçiydi. Gücün peşinde. Netliğin peşinde. İçgüdü ve çeliğin altında gömülü cevapların peşinde. Ve Lucavion... Lucavion, başka hiç kimsenin veremeyeceği cevapların kokusunu yayıyordu. Demek böyle oldu, ha? Rowen'ın okuduğu raporlar geri geldi. Aslında, bunlar "raporlar" değildi. Birçok kişiden gelen tek bir rapordur, çünkü hepsi aynı şeyi bildirmiştir. O her zaman Varen'e dikkat etmişti. En inatçı rakibi. Onun önünde korkusuzca durup, saldırı sırasında bile düzeltme yapabilen son adam. Son zamanlarda kılıçlarını çaprazlamamışlardı, gerçekten. Rowen'ın kendisi bir kılıç yarışmasına katıldığından beri. Ama yokluğunda bile, Varen'ın adı akıllarda kalmıştı. Onun baskısı. Onun itibarı. Ve raporlarda... Andelheim'daki turnuva vardı. Uzak bir toplantı. Statü korumak ve asil tiyatro yapmak için düzenlenmişti. Varen katılmıştı. Kazanması bekleniyordu. Mükemmel. Keskin. Soğukkanlı. Ama kazanamadı. Kaybetmişti. Lucavion'a. Ve bu, Varen'in güneşin altında açıkça durduğu son zamandı. O zamandan beri geri çekilmişti. Tesisin avlularında ve dövüş salonlarında kayboldu. Daha sıkı antrenman yaptı. Daha derin kesikler attı. Kendi formunu değiştirdi. Rowen bunu fark etmişti. Elbette fark etmişti. Ve şimdi buradaydılar. Birlikte. Çatışmadan. Konuşarak. Öne çıktı — aceleyle değil. Kararlılıkla. Varen'in bakışları ona kaydı. Alarm yoktu. Gerginlik yoktu. Tanıma. Rowen, sakin ve sessiz bir sesle konuştu. "...Onu soracak kişinin sen olacağını düşünmemiştim." Varen hafifçe, kuru bir nefes verdi. "İzin almam gerektiğini düşünmemiştim." Rowen'ın gözleri Lucavion'dan ayrılmadı. "İznie ihtiyacın olduğunu söylemedim." Lucavion ise sessiz kaldı. İzliyordu. Ölçüyordu. Rowen onun bakışları altında hiç çekinmedi. Soyluları kolayca alt eden ve imparatorları kışkırtan gülümsemeye tepki göstermedi. Sadece "O blok. Düelloda." dedi. Varen'in çenesi bir kez gerildi. "Sen de gördün."

comment Yorumlar

Bölümler

Sorun Bildir

Karşılaştığınız sorunu detaylı bir şekilde açıklayın: